30 Aralık 2008 Salı

Andrew Bird

30 Aralık 2008 Salı 0

Andrew Bird'ün yeni albümü henüz yayınlanmadı. Ama internete düşeli bir kaç hafta oldu. 20 Ocak 2009'da müzik marketlerde olucak. (Hayır, Türkiye'de olmayacak tabi ki)
Andrew, bir çok müzik aletini ustaca kullanabiliyor. Islık, gitar, keman (ayrıca kemanı arşesiz, gitar gibi kullanarak da şahane bir ses yaratıyor), mandolin ve glockenspiel kullandığı müzik aletleri.
Çocukluğundan beri müzikle ilgilenen -4 yaşında keman çalmaya başlamış- Andrew, solo projelerinden başka gruplarda da yer almış. Squirrel Nut Zippers ve Andrew Bird's Bowl of Fire gibi.
Bazı müzisyenlere de albümlerinde eşlik etmiş, bu müzisyenler de Andrew Bird'den aşağı kalır bi yanı olmayan şahane yetenekli insanlar.
Örneğin; Bonnie 'Prince' Billy, My Morning Jacket, Magnolia Electric Co., Final Fantasy gibi.
Andrew Bird'ün yayınladığı ilk albüm Music Of Hair 1996 yılında çıkmış. 12 şarkılık bu albümde "Rhodéàdöh" ve "Ratitat/Peter's Wolf/Oblivious Reel" gibi garip isimli şarkılar da var. The Mysterious Production of Eggs albümündeki iki şarkıyı nasıl telaffuz edeceğimi bilemediğimden "çek" ve "dalga" diyorum. Şarkıların isimleri şöyle; "√" ve ~".
Andrew Bird's Bowl of Fire adı altında yayınladığı ilk albüm Thrills olmuş. Bowl of Fire olarak yaptığı müzik daha çok Jazz ve Swing tadında. Gospel ve Country havalarını da unutmamak gerek.
Daha sonra Oh! The Grandeur albümü çıkıyor, yine Bowl of Fire ile birlikte. 2001 yılında çıkarttığı The Swimming Hour albümünden sonra hiç bir albümünde Bowls of Fire adı yoktu.
Ama çıkarttığı Fingerlings isimli konser albümlerinde -ki bu albümlerden üç tane çıktı- Bowl of Fire şarkılarına yer verdi.
Weather Systems, The Mysterious Production of Eggs ve Armchair Apocrypha albümleri bugüne kadar yayınladığı albümler.
Yazının başında bahsettiğim gibi, 20 Ocak'ta yeni bir albümü çıkıcak, Noble Beast. Albüm 14 şarkıdan oluşuyor, ve 9 şarkılık da bir bonus disc var.
Albümlerini dinledikten sonra, canlı perfomansını izlediğinizde -youtube- farkedeceğiniz bir olay var, şarkıları değişik biçimlere sokuyor, o şarkının aslında bildiğiniz şarkı olduğunu sözlerine bakarak anlayabiliyorsunuz.
Şarkı sözlerinin, edebi açıdan da birer eser olduğu söyleniyor.
Andrew Bird, indie müzik açısından çok önemli bir müzisyendir. Kısacası, Andrew Bird yıllarca dinlenecek albümler nasıl yapılır onu gösteriyor, kadife sesinin de bu başarısına olan etkisi tartışılmaz.
Andrew Bird @ Official
Andrew Bird @ Myspace

The Shins


The Shins dinlemeyi ne kadar özlemişim! Dün Scrubs izlerken bi anda New Slang çalmaya başladı, bi garip oldum. Albümlerinin hepsini tekrar indirdim, sabahtan beri de dinliyorum. Australia ve Caring is Creepy'nın kliplerini izledim, güne şahane bi başlangıç yapmış oldum.
Bana kalırsa bu adamları meşhur eden kişi Zach Braff. Scrubs'da iki şarkılarına yer vermiş, ayrıca kendi yönettiği filmi Garden State'de de The Shins var. Garden State filminin soundtrack'i şimdiden en iyi soundtrackler arasına girdi bile.
Ayrıca The Sponge Bob Squarepants'ın film versiyonunun da müziklerini yapmışlar.
1995 yılında yayınladıkları, ilk kayıt Spork EP'si olmuş, ama EP sırasında isimleri henüz The Shins değildi, Flake olarak başlamışlardı müzik hayatlarına.
Daha sonra 1997'de çıkarttıkları albümün ismi When You Land Here, It's Time to Return, bu albümdeki isimleri de farklı; Flake Music. Ama bu albümdeki şarkılardan birisinin ismi The Shins.
2001 yılında çıkan Oh, Inverted World ise The Shins adı altında çıkan ilk albümleri. Bu albümü ismi, ikinci şarkı One by One All Day'da geçen bir sözden alınmış, bu şarkıda da Friedrich Nietzsche'nin Zur Genealogie der Moral isimli yazısına bir ima yapmışlar.
Bu albümden iki şarkı, Caring is Creepy ve New Slang, Garden State filminde yer alıyordu.
2003'de yayınladıkları Chutes Too Narrow albümüyle Amerika ve Britanya müzik listelerine giriş yapmayı başarmışlardı. Grup albüm prodüksüyonunu kendisi yapıyor, fakat bu albümde Modest Mouse'dan da yardım almışlar. Ama yaptıkları son albüm Wincing the Night Away'de prodüktörlüğü grubun solisti James Mercer tek başına üstlenmiş, ayrıca kendi bodrumundaki stüdyosunda kaydedilmiş.
Wincing the Night Away 2007 yılında piyasaya çıkmıştı. Grup albümlerini Sub Pop Records'dan çıkartıyolar. Bu yapım şirketi, geçişte, Nirvana, Dinasour Jr., Mudhoney, Fugazi, Sebadoh ve Green River gibi grunge gruplarının albümünü yapıyordu, aslında onları meşhur eden Sub Pop'tı. Son dönemde The Postal Service, The Shins, Dntel, Fleet Foxes, Foals, Iron & Wine, Modest Mouse ve The White Stripes gibi indie-electronic albümleri yayınlıyorlar. "Grunge öldü, ve indie, grunge'ın gayrı-meşru çocuğu" durumu biraz.
Albümün ismi Sam Cooke'ın bi şarkısında geçen sözden esinlenerek oluşturulmuş, şarkı da geçen söz Twistin' the Night Away iken Wincing the Night Away olmuş.
Albümdeki ilk şarkı Sleeping Lessons'ın ismi de James Mercer'ın insomnia'sına aradığı çarelere dayanıyor.
Psychedelic, Hawaii folku, New Wave ve Post-punk esintileri taşıyan bir müzik yapıyor The Shins. Belle & Sebastian'ın çok az daha sert versiyonu diyebiliriz, bunu da İskoçya'nın havasına bağlayarak, Belle & Sebastian'ın daha hafif kalmasını açıklayabiliriz.
Yaptıkları müzik kesinlikle dinleyenleri mutlu ediyor, neşeli çocuk şarkıları söyler gibi söylüyorlar şarkılarını. Uzun zamandır hoşlandığınız arkadaşınıza, ondan hoşlandığınızı söylediğiniz de, aldığınız cevap eğer hoşunuza gidiyorsa, içinizde tarifsiz birşeyler olur, sanki akciğer ve mide yer değiştirir gibi, arkanızı dönüp zıplayarak giderken, ıslık çalar, şarkı söylersiniz, işte o şarkı gibidir The Shins.
Yürürken, sınıfta, otobüs beklerken veya otobüsün içinde dinlerken yüzünüze salak bir gülümseme bırakırlar, cama kafanızı yaslar, dinlersiniz.
The Shins @ Myspace
The Shins @ Official

28 Aralık 2008 Pazar

Landon Pigg-Coffee Shop

28 Aralık 2008 Pazar 0

Minicik, ufacık bir şarkıyla karşınızdayım bugün. Yumuşacık bir ses, böyle kadife sesli derler ya öyle resmen. Huzur dolu, tekrar tekrar dinlemek için sabırsızlanacağınız bir şarkı Falling Love At a Coffee Shop. Benim çoktan gönlümü kazanmış durumda şirinliği ve sadeliğiyle. Sizlerde de benzer etkiyi yaratacağını düşünüyorum. İyi dinlemeler.
(not: Woody'ye sonsuz teşekkürler)

Falling Love At a Coffee Shop

15 Aralık 2008 Pazartesi

The Beatles - Let It Be

15 Aralık 2008 Pazartesi 1

2 sene sonra tekrar doğan Beatles aşkım ve beni yine etkileyen Let it be şarkısı. Aslında 8 Aralık'ta yayınlamam gerekirdi ama işte eve gelmiş olmanın heyecanı ile unuttum, ama önemli olan Lennon'ın geçmiş olsa da ölüm yıldönümünü anmamız.
Let It Be

14 Aralık 2008 Pazar

The Organ - Grab That Gun

14 Aralık 2008 Pazar 1

2004 yılında çıkarmışlar Grab That Gun adlı ilk ve son albümlerini. Biraz geç oldu keşfetmek için, ama geç olsun güç olmasın tabii ki. "İlk ve son albümleri" dedim, maalesef 2006 yılında dağılmışlar. Fakat bu yıl içersinde yayınlanmamış materyallerinden oluşan Thieves adlı bir EP çıkarmışlar. Her neyse konu bu değil. Brother adlı şarkının bana arkadaşım tarafından dinletilmesiyle tanıştım bu grupla. "aa çok iyiymiş lan" dedim. Girl band bi de bunlar, araya sıkıştırayım. Böyle. Albümün açılış şarkısı zaten Brother. Girdiği anda Morrissey vokali filan girecek zannediyor insan, ki vokal girince hakikaten de bir post-punk hava taşıdıkları kolaylıkla fark edilebiliyor. Buyrun dinleyin.

Grab That Gun
password: dijeli.org

11 Aralık 2008 Perşembe

Noah and The Whale-Peaceful, The World Lays Me Down

11 Aralık 2008 Perşembe 2

Noah and The Whale bizlere İngiltere, Twickenhan'dan seslenen bir diğer yeni nesil indie-folk gruplarından. Grup 2006 yılında kurulmuş ve temelde dört kişiden oluşmakta.ilk kurulduğunda içinde Emmy The Great'i ve güzide seslerden biri olan Laura Marling'i de barındırmaktaydı. sonra bunlar müzik kariyerlerine solo albüm yaparak devam etmek istemişler ve ayrılmışlar gruptan ama grupla bağlantılarını koparmamışlar. tam anlamıyla grubun içinde bulunmasalarda hala grupla çalışmaya devam ediyorlar. grubun adı, grup üyelerinin çok sevdiği bir film olan The Squid and the Whale ve filmin Noah Baumbach adlı yönetmeninden gelmekte.grubun ilk albümü olan "Peaceful, The World Lays Me Down" 2008 de piyasaya sürüldü. folk türünde bir albüm olan Peaceful, The World Lays Me Down dinlemesi son derece keyifli ve neşeli bir albüm. albümü dinlerken ne zaman başlayıp bittiğini anlayamıyor insan. albümdeki en dikkat çekici şarkı "5 Years Time". insanı en canı sıkkın en mutsuz halindeyken bile neşelendirmeyi başaran bir şarkı. şarkı çıktığı yıl ingiltere listerinde ilk on'a girmiş. ki yerini fazlasıyla hakeden bir şarkı. dinlerken sizi son derece mutlu edecek, yer yer içinizde zıplayarak dans etme isteği uyandıracak, yer yer güzelim şarkılara suratınızda aptal bir gülümsemeyle eşlik etmenizi sağlatacak bir albüm arıyorsanız. Peaceful, The World Lays Me Down tam size göre.
iyi dinlemeler,sevgiler, saygılar, sağlıcakla kalın.

5 Aralık 2008 Cuma

Beach House

5 Aralık 2008 Cuma 0




Beach House aslında bir süre sonra alışkanlığa yönelen bir müzikli oluşum. İçinde alabileceğiniz, melankoli, uçma hevesi, suyun içinde olma durumunu fazlasıyla taşımaktadır. Alex ve Victoria’nın icat ettiği bu oluşum isimsel olarak çok fazla renkli görünse de çoğu zaman yaşadığı karanlığı anlatmakta. İlk olarak önerilen şarkıları muhtemelen “Gila” olacaktır. Buna alışın ve evet önce onu dinleyin! İyi bir başlangıç yaratacaktır da.

Zaman zaman “Cocteau Twins ‘ e benziyorlarmış..” şeklinde söylemler dolaşmakta. Ben sadece grubun “yavaş melodileri”nin altından bunun çıkarılmasını doğru bulmadığımı söylemek isterim. Maryland (Amerika), ismi Lord Baltimor’un kolonilerinden gelen bir kentten çıktıkları bilinmektedir efendim. Çoğu zaman icra edilen müziğin topraklarındaki ses, coğrafi koordinatları ve tarihi varlıklarının doğru orantısında olduğu için, gerçekten bu körfez kent merak edici bir husus.


Kendi adını taşıyan ilk albümleri “Beach House” 2006 yılında piyasaya sürüldü. Çok geçmeden, gereksiz uzun aralıklar vermeden 2008 için “Devotion” albümü kesinlikle mükemmel olmuştur… kendilerini “adadıkları” için teşekkürlerimizi Türkçe karakterlerimizle sunuyoruz.

Beach House.

Devotion.

şifre: mp3moviewarez.blogspot.com

1 Aralık 2008 Pazartesi

El Perro del Mar - God Knows

1 Aralık 2008 Pazartesi 2

Son üç yazıdır video koyuyorum, farkındayım. Ama o kadar güzel şeylere rastlıyorum ki, eklemezsem kötü şeyler olucak gibi hissediyorum.
El Perro del Par hakkında blogda daha önce bi yazı yazılmıştı. Bu şarkıysa, Sarah Assbring'in El Perro del Par isimli, ikinci albümünün ikinci şarkısı.
Hoş bir animasyon klip daha.
Karşınızda Sarah!

28 Kasım 2008 Cuma

Sufjan Stevens - The Lakes Of Canada

28 Kasım 2008 Cuma 0

Benim en sevdiğim müzisyenlerden birisi, en sevdiğim şarkılardan birisine cover yaptı. Sufjan Stevens, The Innocence Mission'ın Birds of My Neighborhood albümündeki The Lakes Of Canada şarkısını bir çatı katında, La Blogotheque için çalarken çekilmiş bir videodur yukarıdaki. Bu adamın hareketlerini her zaman sevimli bulmuşumdur. "Çok rüzgarlı, burda çalamıyorum" dedikten sonraki gülüşüne saatlerce bakılıp kahkaha atılabilir. Dişlerinin ayrıklığı da göze çarpan başka bi ayrıntı oluyor.
Sufjan Stevens The Lakes Of Canada'yı söylüyor.

Fleet Foxes - White Winter Hymnal


25 Kasım 2008 Salı

Say Hi - The Wishes and the Glitch

25 Kasım 2008 Salı 1
Say Hi (Say Hi to Your Mom) bence duyduğum en güzel isimli gruplardan biri. Seattle'dan olan bu grup yeni ve 5. albumleri ile karşınızda...



DOWNLOAD

21 Kasım 2008 Cuma

A Place To Bury Strangers

21 Kasım 2008 Cuma 1

Adından da anlaşılabileceği gibi karanlık bir grup A Place To Bury Strangers. Shoegaze ve Psychedelic rock türünde müzik yapan grup, The Jesus and Mary Chain'in Psychocandy albümünün 2007 baskısı gibi duruyor.
A Place To Bury Strangers dinleyen bir kişini ağzından çıkan ilk cümle, "The Jesus and Mary Chain, Psychocandy, şahane" oluyor.
APTBS, New York çıkışlı gruplardan birisi ayrıca.
Grup, The Jesus and Mary Chain etkilerini, hiç itirazsız kabul ediyor. 2007 yılında onlarla birlikte bir konserde çıkmış olmaları da onlar için ayrı bir dönüm noktası olmuş.
Turlarına katıldıkları diğerler gruplar, Nine Inch Nails ve MGMT.
70'lerden günümüze kadar gelen, New York çıkışlı Telesivion grubunun post-punk esintileri de, daha albümün ilk şarkısı Missing You'dan hissedilebiliyor. Siouxsie and the Banshees, Joy Division ve Bauhaus da APTBS'in müziğine etki eden diğer gruplardan bir kaçı. Vokal ise; Ian Brown etkili Jim Reid tadında şekil bulmuş albümde.
Bir çok gruptan ilham aldıkları, bunları albümlerinde harmanlayıp güzel bi iş çıkardıkları ortada.
1998'den beri yeni bir albüm çıkartmayan The Jesus and Mary Chain'i özleyenler için birebir. Kim bilir, Radiohead'in alt grup olarak çıktığı James konserlerinden sonra, James'den daha çok ismini duyurması gibi olur.
APTBS'in grupla aynı ismini taşıyan tek albümü 17 Eylül 2007 tarihinde piyasaya sürülmüştü.
A Place To Bury Strangers

19 Kasım 2008 Çarşamba

Beach House - Used To Be

19 Kasım 2008 Çarşamba 0

Beach House, 21 Ekim'de "Used To Be" isminde bir single yayınladı. Bu single'da iki şarkı var; Used To Be ve Apple Orchard'ın demo versiyonu.
Used To Be şarkısına, bağımsız filmlerden fırlamış gibi duran bir klip çekmişler. Used To Be isimli bu kısa filmde, başrolde Victoria Legrand ve Alex Scally var.
Used To Be

Alina Orlova - Laukinis Suo Dingo



Dünyada olup bitenlerin yanında olmak muhteşem. Elli yıldır bunun için bir şeyler veriyorsanız size sadece Love of Common People’ın blog sayfasından “dünyada olup bitenleri de dinleyin abiğlerim ablalarım” diyebilirim naçizane. Bazen duyabileceğiniz, alabileceğiniz tatlar o kadar harika oluyor ki. Tuhaf tuhaf hislere sokuyorlar sizi. Hiç yaşamadığınız ama sanki içinde olduğunu tuhaf duygular. Dünyanızı değiştirmez tabi. Anlık duygu değişimlerini yaşatır. Hani bazen harika bir kitabın sonuna gelip, “bitirmeseydim be” deyip geri dönmek gibi. -Örneklerim şahane farkındayım.-



Litfanya - litvanya için daha güzel, Litvan bir arkadaşımız Alina Orlova. İsminin ağırlığında değil hiç. Oyuncu gibi, güler size falan. Piyanosundan ses bile verir. Bir bakarsın yönetmen koltuğuna oturur bağımsız film kraliçesi olur. İşte Orlova denen hatun böyle bir hacimde. Bin dokuzuz seksen sekiz doğumlu olması, kıvır kıvır saçlarından turuncu sular akıta akıta dağların, yıldızların sesi olmuş. O kadar olgunmuş gibi davranıyorlar buna çevrede, bana sorarsanız sesinden belli çocukluğu. Sade, pürüzsüz, keman gibi ses onun sahip olduğu. Ardındaki orkestra. İşte albümü “laukinis suo dingolakin tek albümü. Nedir onu bile bilmiyorum. Bulamadım da zaten. Üşendim de.



Ben bir dergide gördüm seksen yıl önce. Dergi yazarı kişi “Beirut”a benzetmişti. Hayli ilgimi çekti ama uzun süre sadece Myspace’den dinleyebildim. Etkilenmemek elde mi... Hayır, Beirut’a dönen sade yanı enstrüman çokluğu gibi göründü bana. Beirut sanki yolların, sokakların, insanların; Alina Orlova ise düşlerin, hayallerin, gökyüzünün.


Hepsinden öte kulaklığın ucunda.



Aferim Orlova. Sen hepimizin kalbini çaldın.

Last.fm'den dinleyin.

İndirin (ama .flac uzantılı) İkinci partı unutmayın.

14 Kasım 2008 Cuma

One Little Plane - Until

14 Kasım 2008 Cuma 1

One Little Plane'i ilk dinlediğimden beri baya bi zaman geçti. Baya dediğime bakmayın, albümü 30 Haziran 2008 tarihinde çıktı. Dinlediğim ilk günden beri bloga yazmayı planlıyordum, fakat başkalarının da One Little Plane dinleyecek olması yazmamı zorlaştırmıştı. Hala da zor yazıyorum. Aynı anda, bencillik ve kıskançlık yaşıyorum. Affedin. Aslında beni anlayabilirsiniz, çok sevdiğiniz bi kitabı yalnızca çok sevdiğiniz insanların okumasını istersiniz, aldığınız bir tişörtü başkasında görmekten hoşlanmazsınız. Öyle birşey sanırım.
One Little Plane, Kathryn Bint isimli şirin arkadaşımızın sahne ismi. Until albümünün yapımcılığını, Four Tet olarak tanıdığımız Keiran Hebden yapmış.
Kathyrn yaptığı müziği "dreamy heart warming folk","gently wistful, dust-kicking psychedelia" ve "simple, heartfelt melodies" olarak tanımlıyor. Yaptığı müziği gayet iyi tanımlamış olmasına rağmen daha basit olarak, bunların üstüne benim verebileceğim etiketler, "akustik pop" ve "folk" olabilir. İlk olarak Radiohead'in Dead Air Space sayfasına albümü tanıtan bir yazı ekleyen Colin Greenwood sayesinde ismini duyurmayı başardı.
Albümdeki tüm şarkılar insanın içini ısıtan, sevimli melodilerle dolu olsa da, "Make of Me", "Sunshine Kid", "Nobody Out There" gibi şarkılar bu sevimli melodilerin bıraktığından daha fazla bir etki bırakıyor.
Albümü dinlerken, "elinde gitarıyla, kocaman yeşil gözleriyle, karşımda çalarken dinlesem, ne kadar çok keyif alırdım" diye düşünüyorum. Belki bir gün o da olur.
Until

10 Kasım 2008 Pazartesi

Alaska in Winter - Dance Party In The Balkans

10 Kasım 2008 Pazartesi 0

Alaska in Winter, Amerikalı Brandon Bethancourt'un tek kişilik grubunun ismi, kendisi Almanya'nın Berlin şehrinde yaşıyor.
Brandon, "Dance Party in The Balkans" albümüyle çıkışını yapmış olsa da, hiç yayınlamamış olan ve Atlantis gibi kayıp olan albümü "Ivan Fyodorovich is Not a Real Person" da var. Aslında bu yazıyı 7 gün sonraya bırakmak istemiştim. Çünkü Brandon Bethancourt, Alaska in Winter'ın ikinci albümü olan Holiday'i 17 Kasım'da, Avrupa'da piyasaya sürecek. Bir hafta sonra yeni albüm hakkında bir yazı ve linki ekleyebilirim umarım.
Brandon Bethancourt ve Beirut'dan Zach Condon birlikte bir kaç çalışmalarda bulunmuş, baya yakın oldukları biliniyor. O çalışmalardan birisi de "Dance Party In The Balkans", Zach Condon da bu albümde ukulele, trompet ve sesiyle eşlik etmiş Brandon'a. Zach Condon'dan bahsetmişken, 16 Şubat'ta da Beirut "March of the Zapotec" ve "Holland" isimli iki tane EP yayınlayacak, yeni albümün çıkış tarihi olarak da "kesin olmamakla beraber" sonbahar olarak belirlemişler.
Alaska in Winter'ın müziği elektronica olarak tanımlanabilir. Albümün isminden anlaşılacağı gibi balkan esintilerini de kullanmışlar bu albümde. Zach Condon'ın ve A Hack And Hacksaw'dan Heather Trost'un albüme katkı yapıyor olması, bu albüme folk müziğin sıcaklığının bulaşmasını sağlamışlar.
Close Your Eyes - We Are Blind uzun süre kulaklarınızdan gitmeyecek bir şarkı.
Grubun adına yakışmayacak kadar sıcak bir albüm.
Dance Party In The Balkans

5 Kasım 2008 Çarşamba

the 24 Carat Black-Ghetto Misfortune's Wealth

5 Kasım 2008 Çarşamba 0
Bir arkadaşımın tavsiyesiyle dinlemeye başladım bu grubu daha önce adını bile duymamıştım ki nette de kendilerine dair pek birşey bulamadım, sadece last fm de kendilerine dair tagler vardı "soul, jazz, funk, blaxploitation"
Normalde müzik dinlerken ders çalışamam, kitap okuyamam, yüksek konsantre gerektiren herhangi bir iş yapamam. Bu tabii 24 Carat Black'in Poverty's Paradise'ını dinleyene kadardı. 12 dakika süren yumuşak bir şarkı. poverty's paradise dan önce gelen in the ghetto adlı parçada isminden anlaşılcağı üzre bir hayli "ağır" ama ondan sonra gelen şarkılarda daha eğlenceli ritmlere sahip albüm. Funk kısmının hakkını veriyorlar.
Ayrıca bu albüm ilk 1973 yılında piyasaya sürülmüş. 1993 yılında ise cd olarak 2. baskı yapılmış.


1-In The Ghetto / God Save The World
2-Poverty's Paradise
3-Brown Baggin'
4-Synopsis Two: Mother's Day
5-Mother's Day
6-Foodstamps
7-Ghetto: Misfortune's Wealth


link

30 Ekim 2008 Perşembe

The Last Shadow Puppets - The Age Of Understatement

30 Ekim 2008 Perşembe 0

The Last Shadow Puppets western seviyor! Her an odaya elinde sigarasıyla, Clint Eastwood girecekmiş de "You see, in this world there's two kinds of people, my friend: Those with loaded guns and those who dig. You dig." diyecekmiş gibi başlıyor The Age Of The Understatement.
The Last Shadow Puppets'ın kadrosunda, Myspace sayesinde patlama yapan gruplardan birisi olan Arctic Monkeys'den Alex Turner, The Rascals'dan Miles Kane ve Klaxons'ın Myths of the Near Future albümünün yapımcılığını yapmış olan ve aynı zamanda Simian Mobile Disco üyesi olan James Ford da var.
Grubun kurulmasından önce, Alex Turner grubuyla ufak bir tartışmaya girer ve o anın verdiği sinirle arkadaşı Miles Kane'i arar. İkisi de, yapacakları müzik konusunda ortak noktaya varırlar, Fransa'nın önemli yapımcılarından ve yakın arkadaşları olan James Ford'u da alarak, The Last Shadow Puppets'ı ortaya çıkartırlar.
The Last Shadow Puppets, David Bowie'nin In the Heat of the Morning şarkısına, yayınladıkları ilk single'da şahane bir yorum getirmişti. Yayınlanan bu single, albümün çıkacağı günün geleceğini biraz daha uzatmış oldu.
-ve zaman yavaş akmaya başlar-
Albümün çıkmasından sonra, ağızlarının suları akan biz insanlar yeni albüm için heyecanlanmaya başladık. İkinci albüm için, Miles Kane, The Sun gazetesine verdiği bir ropörtajda "2009 yılı için hazırlık yapıyoruz" demiş. Kendisi bu sıralar The Rascals'la turnede olduğu için The Last Shadow Puppets konserlerine bile gidemezken, ikinci albüm 2009 içersinde nasıl yetişicek diye merak ediyor insan.
Grubu kesinlikle Arctic Monkeys'le kıyaslamamak gerekiyor. Hiç Arctic Monkeys dinlemediyseniz bile -ayıp- tadına bakmanız gereken bir albüm.
The Age Of The Understatement

29 Ekim 2008 Çarşamba

Mojave 3 - Ask Me Tomorrow

29 Ekim 2008 Çarşamba 0

Mojave 3, Slowdive'ın dağılmasından sonra gruptan üç kişinin devam ettirdikleri İngiltere kaynaklı bir proje. Dream pop, shoegaze türünde müzik yapan Mojave 3, isim olarak ilk başlarda Mojave düşünmüşler ama Alman bir grup tarafından zaten kullanıldığını öğrendiklerinde sonunda bir 3 getirip bu ismi almışlar. Özellikle seçilmiş bir sayıdır 3. Şöyle ki; Slowdive grubunun dağılmasından sonra, gruptaki 3 kişi tarafından devam ettirilmiştir. İlkini 1995 yılında ve sonuncusunu da 2006 yılında çıkarttıkları toplam 5 albümleri var.
Slowdive'ın devamı oldukları düşünülürse, dream pop tarzındaki önemleri çok daha rahat kavranabilir.
Mojave 3, shoegaze tınılarının yanı sıra, folk türünün tınılarını da kullanıyor. İlk dinleyen birisinin Mazzy Star'la karıştıdığını bir kaç kez şahit olmuştum. Mojave 3'nin Most Days şarkısı ve Mazzy Star'ın Fade Into You şarkıları bu karışıklığın başrolünde yer alabilecek kadar benzeşir.
Ask Me Tomorrow, Mojave 3'nin ilk yayınladığı albüm.
Ask Me Tomorrow

Belle and Sebastian - The BBC Peel Sessions


Belle and Sebastian, İskoçya habitatlı bi grup. İsmini Fransız yazar Cécile Aubry'nin, 6 yaşındaki Sebastian ve köpeği Belle'nin hikayesini anlayan kitabı, Belle et Sébastien'den alıyor. Grubun kuruluş hikayesi de şöyle hoş bişey; Glasgow'daki, Stow College'a devam eden vokalistimiz Stuart Murdoch ve Stuart David, okuldaki müzik hocalarının verdiği, bandrollü bir albüm çıkartma ödevini yapmak için kurulmuştu.
Bu çıkarttıkları albüm, 1.000 taneyle sınırlı olarak basılmıştı. Bir süre sonra Tigermilk için çok olumlu eleştiriler gelmeye başladı hatta 1001 Albums You Must Hear Before You Die isimli kitapta kendisine yer buldu. Aynı yıl içerisinde Tigermilk'in başarılı olmasıyla ikinci albümleri If You Feeling Sinister'ı kaydettiler. Ve bugüne kadar yaptıkları albümlerle birlikte, toplam 7 tane albüm çıkartmış oldular.
Grubun şarkı sözü yazarı da olan Stuart Murdoch, en sevdiği kitap olarak İncil'i gösteriyor. Bu sevgi şarkı sözlerine de çok sık yansıyor.
Belle and Sebastian'ın müziği için yapılabilecek tanımlar arasında en sık karşılaşabileklerinizden birisidir; naif, sevimli, keyifli hüzün.
Ama bana kalırsa Belle and Sebastian'ın müziği, yeni aldığı şekerini, abisine kaptıran ufaklığın yaşadığı bir anlık üzüntü, ve ardından söyleyeceği, "olsun yenisi alırım" sözleriyle tanımlanabilir.
Belle and Sebastian'ın BBC Peel Sessions'ını veriyorum. İki tane Peel Sessions'ı var grubun. Diğerinde bolca noel şarkıları var. Şimdilik BBC Peel Sessions.
Belle and Sebastian - BBC Peel Sessions

Pulp - The Peel Sessions


Peel Sessions, John Peel'in öncülüğünde BBC Radyo 1'da kaydedilmeye başlayan ve müzisyenlerin albümlerinden seçilen şarkıları çalarak oluşturdukları toplamalar oluyor. John Peel'in ne kadar önemli bir müzik adamı olduğu, kendisi hakkında biraz da olsa bilgiye sahip olan herkes tarafından kabul edilen birşeydir. Bugüne kadar keşfettiği müzisyenler, şu an da ağzımız açık dinlediğimiz müzisyenlerdir. Örnek olarak; Godspeed You! Black Emperor'ın elinden tutan adam olarak tanınır, Pink Floyd'u keşfeden ilk djlerden birisidir.
Peel Sessions'a dahil olan sanatçılar saymakla bitmez, ama ne kadar önemsendiğinin anlaşılması için bir kaç örnek vereyim;
Yeah Yeah Yeahs
Godspeed You! Black Emperor
Belle & Sebastian
The Wedding Present
Syd Barrett
Múm
Cocteau Twins
Echo & the Bunnymen
Ve Pulp'ın 1981 ve 2001 arasında yaptığı tüm Peel Sessions kayıtlarının olduğu albüm 2006 yılında piyasaya sürüldü, bu çift cdlik bir albüm olarak çıktı. (Sadece tek ilk cd'nin linkini verebiliyorum malesef). Jarvis Bey ve tayfası "Common People", "Pencil Skirt", "This is Hardcore", "Do You Remember The First Time", "Weeds" ve "Underwear" şarkılarını bu albüme ekleyerek beni pek mutlu ettiler.
Pulp - The Peel Sessions

26 Ekim 2008 Pazar

Sia - Some People Have Real Problems

26 Ekim 2008 Pazar 0

Sia'nın Some People Have Real Problems albümü hakkında bişeyler yazıcam.
Sia'yı ilk Breath Me şarkısıyla tanımıştım. Daha sonra albümlerini de dinleyip, bi Siasever olmuştum. Bu yıl içerisinde de Sia'nın üçüncü albümü olan Some People Have Real Problems çıkmıştı. Soon We'll Be Found şarkısını günlerce döndürüp döndürüp dinlemiştim. 6 ve 9 numaralı şarkılar olan "Academia" ve "Death by Chocolate" da back vokalleri Back yapıyor(Back vokal yapan Beck).
Bi kaç ay önce, İzmir'in Yeşilyurt semtine gitmem gerekmişti. Ve gece saat 2'den önce eve dönememiştim. Son otobüsü kaçırmam sebebiyle, yürüyerek ve zaman zaman otostopla eve dönebilmiştim. Çok keyifli bi gündü bence. Yeşilyurt'a varmadan bi kaç saat öncesinde arkadaşım, "babasının sigarasını arakladığım için" kızıp gitmişti. Ben de bir internet kafeye girip kağıt, kalem istemiştim. Bir kalem ve bir kaç parça kağıt vermişlerdi. Bol ışıklı bi parka oturup, bişeyler yazıp, çizmiştim. Mp3 çalarımda da bu albümden sadece iki şarkı vardı; "Day Too Soon" ve "Soon We'll Be Found". Saatlerce bıkmadan bu şarkıları dinleyip yazı yazmıştım. Daha sonra da eve yürümek, otostop çekmek zorunda kalmıştım.
Buz gibi bir havada, apartmanımın çatısında otururken de Sia ordaydı. Sia hep burda olucak. "Then I Lost Myself" dediğimiz zamanlarda "Soon We'll Be Found" diyecek.
Some People Have Real Problems

28 Eylül 2008 Pazar

Travis-Ode To J.Smith

28 Eylül 2008 Pazar 8

Bir kaç gün önce geride bıraktığımız boğucu yapış yapış yaz günlerinden birinde şu güzide ülkemize gelip bizleri mutluluğun tam anlamıyla doruklarına çıkartıp, nutkumuzun tutulmasını sağlayarak o günü bütün bir yazın en güzel günü yapma şerefine erişmiş, canımız ciğerimiz biriciğimiz Travis'in yepisyeni pek şukela albümü Ode to J.Smith i huzurlarınıza sunmaktan pek memnun bulunmaktayım. Hemen dinleyeniz. Dinledikçe "ne müthiş bir grupsun sen Travis tekrar gel lan, çabuk gel, Fran kuzum söz verdin, geleceksiiiğğn" diye geçirin içinizden. Lafı fazla uzatıp sizi daha fazla meraklandırmadan, buyurunuz heyecanla beklediğimiz (en azından benim öyle beklediğim) Ode to J.Smith.

Ode to J.Smith

26 Eylül 2008 Cuma

Obrint Pas

26 Eylül 2008 Cuma 1
İspanya'dan yükselen ska ateşi. Bilinen ska ritmlerinden "dolçaina" denen bir müzik aletiyle ayrılıyor Obrint Pas. (Anladığım kadarıyla bu Katalanların geleneksel çalgısı. Ama dolçainayı ilk gördüğümde aklıma Hindistan ve dans eden yılanlar geldi.) Yani klasik ska ritmlerinden alışık olduğumuz trompet, trambon gibi sesleri duyamıycaz. Skank anlayışımızda değişiyor Obrint pas da latinsel ezgilerde dans ederken buluyoruz kendimizi özellikle bu benvingut al paradís albümünden örnek vermek gerekirse Una història d'amor, pista 12 de oldukça hissediliyor.İspanyolca,rock veya ska bunlardan birtanesini bile seviyorsanız kesinlikle dinlemeniz gerekdiye düşünüyorum. Hiç olmadı dolçainayı biraz denemek için..Şimdilik 4 albüm 2 adet dvd (bir dvdnin içindede live albüm var. o live albümden bir tek da la flama yı dinledim. ve seyircilerin "parpare" demesine aşık oldum.Gayet ciddiyim.) yayınlamışlar.. Buyrun buda benvingut al paradís in linki içine bonus olarak "da la flama"nın live versiyonunu ve "som"u koydum.

tıktık

One Night Only


2008 şubatta yani ilk albümleri çıktığı zaman tesadüfen rastlamıştım bu "çıtır" elemanlara sahip gruba. İndirdiğim zamandan sonra sürekli takılmış halde dinlemeye başladım vokalin sesinden pek etkilenmiştim çünkü hemde tarzları çok hoştu indie-pop , indie-rock arasında gidip gelen tatlı bi çizgileri vardı. Herneyse çıktıklarından kısa bir süre sonra "new musical express" de gelecek vaadeden gruplar arasında gösterildi. The editors tadındaki bu başarılı grup hakkınd "ama memleketlerinde bu gruba gıcık olanlar çokmuş çok zengin ailelerden geliyorlarmış ve 'baba parasıyla bi anda albüm yaptılar'" şeklinde birşey duymuştum ama ne kadar doğrudur bilemem. (bol -mış larla -muş larla cümle bir anda "5 çayında one night only dedikodusu yaptığımız zamanlardan birinde" halini almış:)Albümde üstte belirttiğim gibi indie-pop ve indie-rock arasında gidip geliyor. O denge kesinlikle çok güzel kurulmuş. Ayrıcada albümün davulları çok iyi. Gelecek vadeden bir davulcu ve çok etkiliyici bir sesi olan harika bir vokalle beraberiz bu albümde. "You and me"de dans etmekten kendinizi alamıycaksınız. Buyrun o halde.

20 Eylül 2008 Cumartesi

theBestofBobDYLAN

20 Eylül 2008 Cumartesi 0

nasıl bir insandır şu bob dylan?nasıl insanları peşinden çekeceğini bilir ona göre müzik yapar?nasıl hala adından söz ettirir?nasıl?nasıl?nasıl?...3 senedir cevap bulmaya çalışıp daha fazla soru sormama neden olan insan.heralde bütün soruların cevabı "muhteşem bir insan"dır.en iyi şarkıları diyemeyeceğim çünkü her şarkısının kendine has bir star ışığı var.ama the best of bob dylan da blowin' in the wind le başlayan ve hiç bitmeyen anlam fırtınası var.her an her ortama uyan 18 tane şarkı.anlatamıyorum izin vermiyor sanki bob dylan.sen sus sadece dinlemelerini sağla hepsi kendisini anlatır diyor.

hoşçakalın.

theBestofBobDYLAN.

19 Eylül 2008 Cuma

Kings Of Leon

19 Eylül 2008 Cuma 4
Kings Of Leon eli kulağında yepisyeni ve gerçekten güzel bir albümle kapınızı çalmaya hazırlanıyor. tam olarak 4 gün sonra gelecek yeni albümleri Only by the Night şu an kulaklarımı doldurmakta. bende yeni albümün şerefine Kings Of Leon'u sizlerle paylaşayım dedim. eminim bir çok kişi onların müziğine biraz olsun kulak vermiştir. en azından bir kaç şarkısını dinlemiştir. bizlere Tennessee'den seslenen 3 kardeş+ 1 kuzen formatında pek şukela bir alternative-indie rock grubu Kings Of Leon. grubun ismi üç kardeşin babalarının ve büyükbabalarının adı olan Leon'dan esinlenerek konmuş. vokalistin (caleb followill) gerçekten ilginç bir sesi var. tarif edilemez tam olarak. şarkılara değişik bir hava katıyor. dinlemesini pek eğlenceli kılıyor. 23 eylülde çıkacak albümleriyle birlikte toplam 4 tane albümleri var. albümlerin hepsinde de birbirinden güzel şarkılar yer alıyor. dinlerken gerçekten keyif alabileceğiniz, ilginizi çekeceğini düşündüşüm bir grup Kings Of Leon. şincik bir kıyak geçip daha öncede dediğim gibi yeni albümün şerefine bütün Kings Of Leon albümlerini paylaşacağım burda. isteyenler yeni albümü indirmek yerine Last.fm den de tamamını dinleyebilirler. fakat benim tavsiyem eski albümlerine de mutlaka kulak verilmesidir. indiriniz.dinleyiniz.çok seviniz. iyi eğlenceler.

Youth and Young Manhood(2003)
Aha Shake Hearthbreak(2004)
Because of the Times(2007)
(şifre:gluttony)
Only by the Night(2008)

11 Eylül 2008 Perşembe

MGMT - Oracular Spectacular

11 Eylül 2008 Perşembe 0

Last.fm psychedelic, synth-pop demiş bu iki tuhaf herifin yaptığı müzik için. Bir de Yeasayer'e benzetmiş.

İlk albümleri Oracular Spectacular'ı 2008 başında çıkardılar. Yaptıkları müzik 80'ler disco dönemine indie sosu katılmış gibi tuhaf bir çağrışım yapıyor bende. Dinleyince "ne alaka lan?" diyebilirsiniz, hak veriririm, benim abukluğumdur. Neyse, Oracular Spectacular gerçekten dinlemeye değer, eğlenceli ve farklı bir albüm. "İki kişiden nasıl böyle bir müzik çıkıyor ki lan?" bile dedirtebiliyor hatta. Renkli bir sound'a sahipler o yönden. Albümdeki favorilerim The Youth, Time to Pretend, Electric Feel. Neyse uzatmayayım daha fazla.

Oracular Spectacular

The Foxboro Hot Tubs - Stop Drop And Roll!!!




















Foxboro Hot Tubs bir Green Day yan projesi. (Punk bu ortam için biraz absürd kaçar mı diye homesick alyan arkadaşımıza danıştım ki kaçıyor aslında... Neyse sıcak bir cevap aldım içim rahatladı biraz. Hadi hayırlısı bakalım.)

Öncelikle grup Green Day'in bütün elemanlarını içeriyor ve "Stop Drop And Roll!!!" adlı ilk albümlerini 3 ay önce yayınladılar ama bu Green Day'in yeni albümünün önünde bir engel de değil. 9. Green Day albümü yolda yani.

Albüm genel olarak 60'lar sound'unun punk sosu katılmış hali gibi diyebiliriz. Green Day gibi özene bezene yazılıp düzenlenmiş şarkılar içermiyor. Hele American Idiot'tan sonra ilk Green Day albüm girişimi olarak dinlenildiğinde pek tad vermeyeceğini belirteyim. Bunlar demek değil ki albüm kötü. Zaten iyi veya kötü değil mesele, kaygı taşımayan bir albüm aslında. Eğlenmiş Billie Joe ve tayfası. Bunu fark ederseniz sizin de ayak uydurup eğlenebilmeniz, dolayısıyla da albümü sevebilmeniz mümkün.

1) Stop Drop and Roll
2) Mother Mary
3) Ruby Room
4) Red Tide
5) Highway 1
6) She's a Saint not a Celebrity
7) Sally
8) Alligator
9) The Pedestrian
10) 27th Ave. Shuffle
11) Dark Side of Night
12) Pieces of Truth
13) Broadway

"Sixteen and a son of a bitch" dizesiyle başlayan albümle aynı ismi taşıyan şarkıyla açılıyor albüm. Son derece gaz bir giriş şarkısı ancak ilerki şarkılarda sanki albüm bu şarkıdan çıkmış hissi vermiyor değil. Ya da bana öyle geldi, bilmiyorum. 2. şarkı "Mother Mary" albümde en sevdiğim 3 şarkıdan biri, gayet "catchy" bir melodi ve su gibi akan bir şarkı. "Ruby Room" la biraz monotonlaştık derken "Red Tide" imdada yetişiyor ve sakinleştiriyor biraz ortamı. Tre Cool'un olduğu rahatça anlaşılabilecek "1, 2... 1, 2, 3, 4. You're doing it fucking wrong!" nidasıyla açılan "Highway 1" yine havaya sokuyor, "Sakinleşmenin sırası değil!" diyor. Albümde en sevdiğim yine 3 şarkıdan biri olan "She's a saint not a celebrity" yine eşlik edilesi bir melodiyle akıyor. "Sally" ve "Alligator" bana 94 95 Green Day'ini hatırlatan eğlenceli parçalar. "The Pedestrian" ise albümden çıkan ilk single sanırım. "27th Ave. Shuffle" eğlenceli ve hızlı melodisi ama depresif olan sözleriyle albümün yanıltıcısı. Geldik "Dark Side Of Night" a. Albüm konseptinin dışına çıkan tek, dolayısıyla da en dikkat çeken ve albümdeki en sevdiğim şarkı. Pieces of Truth hakkında söyleyecek bir şey bulamadım. Kapanış parçası olan "Broadway" de bana ilk dönem Green Day'i anımsatan güzel bir kapanış parçası.

bu da linki

The Dissociatives


Avusturalyalı Silverchair'i bilen bilir.Cazır cuzur, hayvan gibi gitar ve davullu, Kurt Cobain vokalli sert bir grupken Neon Ballroom ve Diorama gibi kendi tarzlarına göre tuhaf denilebilecek, elektroniğe kayan ama yine de rock öğelerini alt yapısında sağlam bir şekilde bulunduran albümlerle evriminin büyük bir kısmını tamamlamıştı.Kuşkusuz grubun frontman'ı Daniel Johns bu evrimin en önemli sebebiydi ve müziğe bakışı kadar görüntüsü de bir hayli değişmişti.At yelesi saçlarını kesip uslu bir adam olmuştu.İşte tam bu sıralarda da Silverchair'e 5 sene sürecek bir ara vererek, The Dissociatives'ı kurdu.Paul Mac.'la kurduğu The Dissociatives 2004 yılında ilk ve büyük ihtimalle son olacak (yine de belli olmaz açık kapı bırakmak lazım) kendisiyle aynı ismi taşıyan albümünü yayınladı.

İlk Başta albüm hakkındaki bazı beklentileri yok edelim.Silverchair denilince grunge geliyorsa akla yok böyle bir şey.Ne patur putur davul, ne de cazur cuzur gitar var bu albümde.Rock değil yani albüm.Hatta Silverchair'in Young Modern'den önceki son albümü Diorama'ya bakmak bile yanlış diyebilirim.Young Modern ise zaten Silverchair'in son albümü ve The Dissociatives albümü o albüm için bir temel niteliğinde.Albüme 0'dan bakanlar içinse albüm indie veya elektronik karışmış indie veya buna benzer şeyler de değil.Albüm elektronik ama elektronik diyince müthiş deneysel şeyler, aşmış ritimler, absürd efektler de beklemeyin.Albüm kendi konseptine bağlı.Kendini aşan bir parça yok, böyle dinlenilmemesi gerek.Benzer melodiler ve müzik içinde birbirini andıran parçalar bulunduruyor.Eğlenceli piyano partisyonlarıyla dolu ve akılda kalıcı vokallerle bezeli olmasının yanında arkadan kendini hissettiren ve oldukça fazla olan basit elektronik öğeler de içeriyor.Mutlu bir pop albümü yani bu ama biraz daha değişik.İyi hissettiriyor ve suratta aptal bir gülümseme bırakabiliyor dinlenildiğinde.Ben çok seviyorum, siz sevmeyebilirsiniz tercih meselesi ama farklı bir şeyler dinlemek açısından gerçekten dinlemeye değer.

"We're Much Preferred Customers" 'la açılıyor allbüm.Vokal ağırlıklı alt yapısı zayıf, bayıcı diye yorumlanabilecek nitelikte ama şahsen hiç te fena olmayan bir açılış.Sonra hop diye hareketleniyoruz zaten birden ve albümün ilk single'ı olan ve kendini fazlasıyla belli eden "Somewhere Down the Barrel" giriyor.Son derece eğlenceli, alt yapısı sağlam bir pop şarkısı.En az kendisi kadar eğlenceli ama az biraz çok az daha bir melodik olan "Horror with Eyeballs" 'la iyice havaya giriyoruz.Sonra ritim, piyano, akustik gitar, ıslık derken bir de Daniel Johns çığırışlarıyla ninni etkisi yaratan ama bir yandan da rock adına da bir şeyler duyabileceğiniz, enstrumantel bir parça olan "Lifting the Veil from the Braille" 'la alt yapıya doyuyoruz.Sıradaki "Forever and a Day" albümdeki en sevdiğim parça ve herkese tavsiye ederim."Thinking In Reverse" nakaratıyla dikkat çekiyor."Paris Circa 2007 Slash 08" yine enstrumantel bir parça ama bu sefer biraz daha deneysel."Young Man, Old Man" albümün ikinci single'ı ve albümün en akılda kalanlarından. "Aaängry Megaphone Man" iniş çıkışlarıyla ve mükemmel Daniel Johns vokalleriyle albümde en sevdiğim 2. şarkı.Son şarkı "Sleep Well Tonight" ise fazlasıyla sakin ve ninni gibi.Adeta iyi uyutmak için yapılmış bir kapanış.

8 Eylül 2008 Pazartesi

The Dead 60's

8 Eylül 2008 Pazartesi 0
Grubun aynı adlı albümü mayıs 2005te raflardaki yerini almıştı.Albüm en beğenilen parçayla(Riot radio) açılış yapıyor ve bitene kadar da karşıkonulmaz ritimleriyle sizi esir alıyor.Albüm başından sonuna adeta sizi bir asi olmaya çağırıyor.Klipleri ve genel olarak soundıyla dikkat çeken bir grup olmayı başarmış the Dead 60’s.Genelde ska punk pek dinlememe rağmen bu grubu dinlemekten kendimi alamadım,albüm hakkında bir fikir edinmek isterseniz riot radio, loaded gun,ghostfaced killer kliplerini seyredebilirsiniz,özellikle riot radio şarkısının klibini izlediğnizde isyan nedir görüyorsunuz.Albümde dikkat çeken şarkılar gene riot radio,you’re not the law,a different age.. Son günlerde biraz sıradışı birşey dinlemek istiyorsanız tavsiyemdir.
link

Ratatat-Classics

Ratatat arada sırada kulağıma gelen ama hiç de dinlemeye kalkışmadığım bir gruptu şu bi kaç gün öncesine kadar ,bir yerde rastgeldim ve dinledikten sonra neler kaçırdığıma pişman oldum diyebilirim.Eğer sizde hiç dinlemediyseniz durmayın koşun dinleyin heheyt(çok gaza getirici oldu ama inanın hakeden bir grup).Gelelim albüme classics albümüne,başından sonuna çok eğlendirici,sizi dans etmeye yöneltip bi de üstüne robotumsu şekilde dans figürleriyle eğlenmenize vesile olabilir.Albümün tamamı enstrümantal, bir yerinde bile vokale rastlayamıyorsunuz ama bu albümle tamamıyla bütünleşmiş,dinledikten sonra vokal olmaması en iyisi diye düşünüyorsunuz zaten.Albümün şarkı listesi şu şekilde:
1. "Montanita"
2."Lex"
3."Gettysburg"
4."Wildcat"
5."Tropicana"
6."Loud Pipes"
7."Kennedy"
8."Swisha"
9."Nostrand"
10."Tacobel Canon"
Montanita şarkısı bir ilginç tetris müziği havasına sahip, buna rağmen çok güzel bir şarkı(tetris müzikleri kanımın çekilmesine sebep olur)Lex albümün en iyi iki şarkısından biri ,içinizde birşeyler dansediyormuş gibi hissedebilirsiniz,melodisi inanılmaz başarılı.Gettysburg arada kaynayan ama aslında gayet başarılı olan bir parça diyebiliriz, albümün en iyi iki şarkısının arasına sıkışmış olması çok ezik bir durum tabi ama kendisini de seviyoruz burdan ona selam göndermek istiyorum ,,ve işte Wildcat te sıra tam anlamıyla süper bir şarkı, aralara serpiştirilmiş olan kedi miyavlamasımsı(?) ilginç şeyler çok şirin, tetris havası burdada göze çarpmakla birlikte kafanız kendi halinde sağa sola dansetmek isteyebilir, hakim olmanız tavsiye edilir.Tropicana şarkısı ortalama güzellikte ,albümün havasına yakışan bir şarkı.Loud Pipes da melodisi güzel olan şarkılardan ,albümün temposuna uyuyor.Kennedy uptıs uptıs bir havaya sahip ,havalı ve ayriyetten ciks desek yalan olmaz.Swisha'nın ise temposu düşük ve kendini albümün diğer şarkılarından başarıyla ayırıyor aferim ona.Nostrand trip-hop havası ağır basan , düşük tempolu şarkılardan gene , albümün sakin bir finale sahip olmasında katkısı büyük.Tacobel Canon a gelince bende o şarkının olmadığını şimdi farketmekle beraber aradım mamafih bulamadım demek istiyorum, iyi, hoş ,güzel olduğuna eminim ileriki günlerde dinler de beğenirsem kendisini buraya ekleyebilirim. Neyse bu eğlenceli albüm turumuzda burda sona eriyor.Herkese iyi ratatat dinlemeler efenim..
işte link

DeVotchKa-How It Ends

Devotchka son günlerde gene sık duyduğum isimlerdendi,Radyo Eksenin katkılarıyla gelmişti İstanbul'a,merak edip dinlemeye başlamamın sebebi ise Devotchka isminin ağıza çok dolu gelmesi ve başarılı bir grup izlenimi uyandırması ,saçma biraz ama en azından grubu dinlememi sağladığı için aslında iyi de bir isim bulmuşlar diyebiliriz.Kısa bir araştırmadan sonra kendilerini dinleme şerefine sahip olmuş bulunmaktayım. How It Ends albümü çok yeni değil hatta 2004'ün ekim ayında piyasaya çıkmış, gitar ağırlıklı, başarılı ve kesinlikle yetenekli bir vokal tarafından seslendirilmiş şarkılardan oluşuyor.İlk olarak Helldorado'ya benzediği düşüncesine kapılsam da sonraları albümü dinledikçe bunun bana bilinçaltımın bir oyunu olduğunu anladım, malumunuz Radyo Eksen daha önce Helldorado'yu İstanbul'a getirmiş ve benzer bir reklam yapmıştı.Albümün şarkı listesi şu şekilde:
1.You Love Me
2.Enemy Guns, The
3.No One Is Watching
4.Twenty-Six Temptations
5.How It Ends
6.Charlotte Mittnacht (The Fabulous Destiny of)
7.We're Leaving
8.Dearly Departed
9.Such a Lovely Thing
10.Too Tired
11.Viens Avec Moi
12.This Place Is Haunted
13.Lunnaya Pogonka
14.Reprise
Ortalama bir albümden biraz fazla şarkı sayısına sahip, ama dinlerken sıkılmıyorsunuz.Özellikle vokalin sesini çok beğendim, biraz muse vokali Matthew Bellamy'yi andırsada, dinlerken yetenek var adamda diyorsunuz." You Love Me" albüm için çok güzel bir açılış şarkısı, gitarlar ve vokal birbiriyle çok uyumlu."The Enemy Guns" açılış şarkısına göre daha hareketli ve insanda meksika halk danslarını öğrenip sergileme isteği uyandırıyor.Vokale gene hayran kaldığımı söylemeden geçemeyeceğim,,yazının yarısı bunu belirtmekle geçti zaten ahah.Albümde çok şarkı olduğu için bazı bahtsız şarkıları atlamış bulunuyorum..Twenty-Six Temptations ilginç bir şarkı olması dışında vokal bakımından beni hayal kırıklığa uğratıyor olmasına karşın moralimizi bozmuyor dinlemeye devam diyoruz."How it ends" şarkısı Little Miss Sunshine filminde kullanılmış ve Devotchkanın ününe bayağı bir katkı sağlamış,sakin ama etkileyici hoş bir şarkı.."Charlotte Mittnacht (The Fabulous Destiny of)" şarkısının başında kendisini Atv ana haber/kültür haberleri fiks şarkısı zannedip dehşete düştüm fakat sonraları olmadığını anladım, şarkıda kullanılmış olan değişik çalgılar ve melodi, şarkının sanki hikaye anlattığı izlenimine kapılmanızı sağlıyor."We're Leaving" albümdeki güzel şarkılardan ,sesinizi inceltip vokale katılmak isteyebilirsiniz tutmayınız kendizi,,"Such a Lovely Thing" Sulukule yakınlarından çıkmış gibi oynak ve kıpır kıpır( hatta şarkının etkisiyle gıpır gıpır yazıyordumda neyse)"Too Tired" albümün en farklı şarkısı ne tür çalgılar kullanıldığını çözemesem de başarılı denebilir."This Place Is Haunted" albümün en sakin şarkısı ,dinlendirici hoş bir şarkı.Genel olarak indie-folk-gypsy üçgeninde dolaşan,gayet tatmin edici hoş bir albüm. Favori albümlerimden biri haline gelmemesine karşın en azından benim gibi merak edenler varsa diye bir bahsetmek istedim.
link
(şifre:noonefliesaroundthesun.blogspot.com)

Saltillo-Ganglion

Saltillo gene pek ünlenmemiş ama başarılı gruplardan.Trip-hop,down tempo müzik yapan grup yaylı çalgıları da işin içine dahil ederek ilginç ve eşsiz bir tat yakalamayı başarmış.Trip-hop bu çalgılar sayesinde daha çok etkileyici bir hale gelmiş.Saltillo asıl olarak tek kişilik bir proje ve Menton J. Matthews adlı yetenekli müzisyenin eseri, albümü dinledikten sonra adamın takdire şayan olduğunu anlamamanız mümkün değil.Ganglion gayet iyi bir albüm, çoğu şarkıda değişik sanatçılarla düet yapılmış ,bunun sayesinde de dinlerken sıkılmıyorsunuz, her şarkı farklı bir tat veriyor.Albümün şarkı listesi şu şekilde:
01. A Necessary End
02. Giving In
03. Remember Me?
04. A Simple Test
05. A Hair on the Head of John the Baptist
06. Blood and Milk
07. The Opening
08. Backyard Pond
09. Grafting
10. Praise
11. I'm on the Wrong Side
12. 002 F#m
"A Necessary End" albüme etkili bir başlangıç yapıyor, yaylı enstrümanların trip-hop’ı ne kadar değiştirdiğine inanmayacaksınız, albümün iyi şarkılarından."Giving In" albümün en öne çıkan parçası, vokalin hoş sesi ve Menton J. Matthews in yeteneği birleşince ortaya çıkan bu şarkı, sesinizi en ince perdesine çıkarıp eşlik etmenize sebep olabilir.."Remember Me?" gene yaylı çalgıların kalbiniz kazanacağı şarkılardan,vokali olmamasına karşın bu boşluğu çok iyi şekilde dolduruyor."A Simple Test" daha çok electronic havasını hissettiğiniz , hareketli, temposu düşmeyen şarkılardan, adamın ilginç vokal sample’ları kullandığını bildiğimden olsa gerek şarkının 02:36 ila 02:39 arasında "aa hadi görüşürüz bay bay " gibisinden bir şey duymuş bulunmaktayım, dinler de bi de sizde farkederseniz kendimi paranoyak zannetmekten vazgeçeceğim,,”A Hair on the Head of John the Baptist” şarkısı ilginç bir diyalogla başlıyor,Shakespeare oyunlarının bazı kısımlarından vokal kaydı oluşturup onu kullandığını şimdi öğrenmiş bulunmaktayım,başlarda Moby havası verse de sonraları farklılaşıyor, başarılı bir parça diyebiliriz."Blood and Milk" melodisi dikkat çeken şarkılardan, bir önceki şarkıyla benzerliiği dikkatimi çekmiş bulunuyor ama önceki şarkıların hatrına affediyorum. "The Opening" iki şarkıdır özlediğimiz yaylı çalgılarla açılıyor, oldukça başarılı.."Backyard Pond" elektronik altyapılı düşük tempolu bir şarkı, ilginç olmuş desek yeridir, korku filmi müziğinden hallice.”Grafting” doğu esintileri bulabiliceğiniz oldukça farklı bir şarkı, etkileyici ve hoş olduğunu söyleyebiliriz."Praise" ilginç vokal sample larıın kullanıldığı şarkılardan, melodisi ortalara ilerledikçe güzelleşiyor. "I'm on the Wrong Side" gayet hoş bir şarkı olmasına rağmen çok kısa sürüyor."002 F#m"le de kapanışı yapan albüm trip-hop sevenler için değişik,yeni bir soluk..bi kulak kabartmanız tavsiyemdir..
Saltilllo_Ganglion

Grizzly Bear-Yellow House

Grizzly bear, Yellow house albümüyle bize ortalama bir indie grubundan beklediğimizden daha fazlasını veriyor.Last.fm de Beirut'tun ilk benzer sanatçılarından biri olmasına rağmen pek de alakadar olduğunu söyleyemem özellikle Beirut'un verdiği mutluluk hissi ve Grizzly Bear'in hissettirdikleri çok farklı.Genel olarak değişik bir havaya sahip olan albüm bir soundtrack havasına sahip .Değişik enstrümanlarla da zenginleştirilmiş olan şarkılar hem melodik hem de eğlenceli.Dinledikten sonra kendizi değişik bir ruh hali içinde şarkıların etkisinde bulabilirsiniz.Albümün büyük çoğunluğu vokalist Ed Droste'in annesinin sarı evinde kayda alınmış, bu da şarkılara yansımış ve albüme orjinal bir hava katmış diyebiliriz.Albümdeki şarkılar şu şekilde sıralanıyor:
1. "Easier"
2. "Lullabye"
3. "Knife"
4. "Central and Remote"
5. "Little Brother"
6. "Plans"
7. "Marla"
8. "On a Neck, On a Spit"
9. "Reprise"
10. "Colorado"
Özellikle Knife şarkısı albümün en dikkat çeken parçası.Diğer şarkılar birbirini tamamlamakla beraber bir bütün halinde dinlemesi oldukça zevkli bir albüm.Kısacası Indie-severlere tavsiyemdir.

Lamb-Best Kept Secrets


Uzun bir aradan sonra ,Lamb adındaki şukela grubu keşfettim.Sakin ,kafa yormadan dinleyebileceğiniz ,güzel müzik yapan bir grup.Bütün albümleri dinlemeye üşendiğimden ilk olarak Best of'u dinleyeyim dedim,Best Kept Secrets albümü grubun 96 -2004 arası en iyi şarkılarından oluşan ve gayet başarılı bir toplama albüm.Son zamanlarda girdiğim trip-hop, chill out arayışı içinde bulduğum sayılı iyi gruplardan lamb,özellikle bayan vokalin sesi çok hoş, albümün track listingi şöyle:
1. "Cotton Wool"
2. "God Bless"
3. "Gold"
4. "Gorecki"
5. "Little Things"
6. "B-Line"
7. "Lullaby"
8. "Bonfire"
9. "Heaven"
10. "One"
11. "Gabriel"
12. "Angelica"
13. "Til the Clouds Clear"
14. "Wonder"
15. "Please"
16. "Stronger"
Bazı şarkıları kulağı tırmalasa da(İşe bak grubu öv öv sonra da bazı şarkıları kulağı tırmalıyo de, ilginç oldu tabi neyse)genel olarak gayet tatmin edici bir albüm,özellikle gabriel şarkısı albümün göze batan en iyi parçası, bi kaç gün sürekli dinlemek isteyeceğinizi garanti ederim(fazla iddialı oldu çaktırmayınız).Sonuç olarak dinliyecek bişiyler arıyorsanız ve trip-hop tan hoşlanıyorsanız kesinlikle en azından bi dinlemeniz gereken bir albüm.

Raising Sand


Robert Plant ve Alison Krauss ortaklığıyla ortaya çıkan bir albüm Raising Sand. Kısa sürede büyük başarılara imza atan bu albümün beklentilerimizi karşılayacağından emin olabilirsiniz.Albümde zaten başlı başına Robert Plant'in olması büyük bir artı, birde Alison Krauss ile ortaya havanızı değiştirecek ilaç gibi bir blues albümü çıkıyor.İki vokalistin de sesleri çok iyi bir tını oluşturmakla beraber vokal yenetekleri ve deneyimleri çok iyi bir şekilde ortaya konulmuş.
Öncelikle söylemek gerekir ki albüm eski country,blues ve folk şarkılarından oluşuyor.Akustik bir havaya sahip olan gayet dinlendirici bir albüm.
Albümdeki şarkılar sırasıyla şöyle:

1. "Rich Woman"
2. "Killing the Blues"
3. "Sister Rosetta Goes Before Us"
4. "Polly Come Home"
5. "Gone, Gone, Gone (Done Moved On)"
6. "Through the Morning, Through the Night"
7. "Please Read the Letter"
8. "Trampled Rose"
9. "Fortune Teller"
10. "Stick with Me, Baby"
11. "Nothin'"
12. "Let Your Loss Be Your Lesson"
13. "Your Long Journey"

"Sister Rosetta Goes Before Us" adlı şarkı dinlemeye başladığınız ilk dakikalarda bile sizi büyüsü altına alabilecek bir kapasiteye sahip.Dinlerken uzaklara dalıp dalıp gitmemek elde değil.Şarkıda kullanılmış olan değişik çalgılar farklı bir hava katmış olmakla birlikte melodisi inanılmaz bir şekilde akıcı.
"Polly Come Home" şarkının başlarında Robert Plant'in etkileyici vokali sizi ilk etkileyen öğelerden biri, daha sonra müziğin etkisiyle kendinizi kayıp gitmiş bulabilirsiniz.Bu şarkı ve "Through the Morning, Through the Night" adlı şarkılar daha önceden 1969 yılında Dillard & Clark iklisi tarafından seslendirilmiş ve bu albümde daha değişik yorumlarla bulunmakta.
"Trampled Rose" Alison Krauss tarafından seslendirilmiş bir şarkı.Vokalin kalitesine ve tınısına hayran kalmamak mümkün değil.
"Nothin'" diğer şarkılardan farklı olarak çok sayıda değişik yaylı çalgının kullanımasıyla ortaya çıkmış mükemmel bir şarkı.Robert plant in ustalığını bir kez daha konuşturduğu ortada.
Ve diğer şarkılardan farklı olarak hareketli bir şarkı olan "Gone, Gone, Gone (Done Moved On)" albümdeki favorilerim. Biraz kafa dinlemeye ihtiyacınız olduğunuzda yardımınıza koşacak kaliteli bir albüm.Şiddetle tavsiye edilir.

Sia-Colour the Small One

Sia mükemmel bir sese sahip olan gayet yetenekli bir hanım kızımız.Her şarkısından ayrı bir tat almak,farklı duygular içine girmek mümkün.Colour the Small One albümü ise en bilinen ve en çok dinlenen albümü.Albümde ikinci şarkı olan Sunday şarkısı dinlenmesi kolay ve çok zevkli bir parça,onu takip eden Breath Me de en popüler şarkılarından,sanki kanınızın yavaşladığını hissediyorsunuz,dingin bir şarkı.Bütün albümü tek tek yorumlamak yerine benim en çok beğendiğim şarkıları belirtmek isterim, bunlar;Sunday,Breathe me,the Church of Whats Happening Now ve Butterflies..Eğer son günlerde biraz sakinleştirici bir şeyler arıyorsanız Sia'yı bir dinlemeden geçmeyin derim..
Link

The Coral

http://www.thecoral.co.uk/_graphics/gallery/12zm.jpg
The Coral 1996 yılında kurulmuş yunaytıd kingdım dan bizlere seslenen adı the ile başlayan gruplar silsilesi içinde kendini farkettirmeyi becerebilen bir diğer indie grubu. grubun beş tane albümü var. grupla aynı adı taşıyan ilk albümleri 2002 yılında çıkmış.albüm aynı yıl mercury müzik ödüllerine aday gösterilmiş ve NME dergisi tarafından hazırlanan 2002 yılının en iyi 50 albümü listesinde dördüncü sıraya yerleşmiş.grup üyelerinin yaş ortalamasının düşük olması (20 li yaşlarda)çoğu kişiyi bu yaşta nasıl bu kadar iyi müzik yapabiliyorlar diye şaşırtıyor. ki gerçekten de çok başarılılar.
ilk albümlerinin belirli bir çizgisi yok. tamemen şu tür demek zor. bir çok türün karışımı havasında. hafif saykodelik, biraz modern rock az biraz country folk havası sezilebilen değişik bir albüm. fakat bunları karıştırırken gayet başarılı bir iş yapmışlar ve ortaya son derece keyifli bir albüm çıkmış. albüm her şarkıda farklı bir havaya bürünüyor ve dinlerken sıkılmayı neredeyse imkansız kılıyor.
gelgelelim bahsetmek istediğim bir diğer abümlerine. dördüncü albümleri olan "The Invisible Invasion".albüm 2005 yılında çıkmış.bu albüme geldiğimizde daha belirgin bir çizgide ilerlediklerini görebiliriz.albüm genel olarak dinlerken gene sıkmayacak nitelikte. fakat iki tane yıldızı var bu albümün ki dinlerken diğer şarkılardan ekstra eğlendiren şarkılar bunlar. In The Morning ve Something Inside of Me bu şarkılar.
şu yaz günlerinde iyi giden bir grup The Coral. buyurun sizde dinleyiniz, seviniz.

The Coral-The Coral
The Coral-The Invisible Invasion

The Subways

http://userserve-ak.last.fm/serve/_/5053464.jpg
(bugün bu yazıyı ikinci kez yazıyorum. evet aptallığımadoymayayım yazıp bitirdikten gayet hoş bir yazı oluşturduktan sonra kaydetmeden kapattım not defterini. ve şu an aynı satırları ikinci defa yazmaya başlayacağım. beynim peynir olmuş durumda, parmaklarım tuşlara basmayı reddetmekte, midemde bir bulantı oluştu fakat bu yazıyı yazmadan kalkmayacağım bilgisayar başından. yani biraz absürd birşeyler yazarsam mazur görün. tamamen kendi salaklığım ama elden ne gelir. evet efenim başlıyorum gene.)
http://ecx.images-amazon.com/images/I/31KBV7QYASL._SL500_AA240_.jpg
The Subways vokalde şirin sesli Billy Lunn, bass da güzel Charlotte Cooper ve bateride ( onun için uygun bir sıfat bulamadım ama o da hoş bir insan) Josh Morgan dan oluşan bir diğer ingiltereli indie rock grubu. The Subways bu haline gelmeden önce bir çok grup gibi çeşitli aşamalardan geçmiş.ilk olarak billy ve josh Nirvana ve bazı punk şarkılarını coverlamışlar Mustardseed adı altında. daha sonra isimlerini Platypus olarak değiştirmişler. Billy bu sürekli isim değikliğinden rahatsız olmuş ve doğduğu şehirden esinlenerek grubun adının "The Subways" olmasına karar vermiş. o arada billy Charlotte Cooper ile tanışmış ve Charlotte da gruba dahil olmuş. ve evet Charlotte aynı zamanda billy'nin sevgilisi olmakta. billy bazı şarkıları yaparken ondan ilham aldığını söylemiş. gelgelim albümlerine. The Subways'in iki albümü bulunmakta. Young For Eternity temmuz 2005de çıktı. ikinci albümleri olan "All or Nothing" ise henüz çiçeği burnunda bir albüm. 30 haziran 2008 de çıktı o da.
Young for Eternity 12 şarkıdan oluşmakta. albümde gerçekten çok dikkat çeken şarkılarda var kulağa şöyle bir fısıldayıp gidenlerde. "i want to hear what you have got to say" ile albüme başlıyoruz. dikkat çeken şarkılardan biri bu giriş şarkısı. hareketli bir başlangıç zaten albüm genel olarak hareketli. ritmin yavaşladığı bir kaç şarkı var.Rock & Roll Queen adlı bir şarkı var ki albümün en bilinen şarkısı. be my be my be my little rock n roll queeeeen diye avaz avaz bağırıyor billy. basit ama dinlemesi eğlenceli bir şarkı. albüme adını veren Young for Eternity arka planda kalan şarkılardan. sönük kalmış bence biraz ama bol miktarda gürültülü.lines of light bir nebze sakin bir şarkı. No goodbyes ise albümün en şirin şarkısı. bu şarkının klibinin bir kısmı istanbulda geçiyor. bulabilirseniz izleyin. şarkı gibi klibide gayet hoş. son şarkı olan somewhere de ise hidden track olaylarına girmişler.
http://www.aversion.com/news/images/042108_subways.jpg
gelelim ikinci albümlerine. daha bugün elime geçti, yeni dinleme fırsatı buldum ama kesin olarak söyleyebileceğim birşey var ki öncekine göre baya sert bir albüm olmuş. Albümün yapımcılığını Butch Vig üstlenmiş. ilk dört şarkıyla hiç durmayan bir gümbürtü başlıyor. en ufak bir anı yok şarkıların yavaşlayan. fakat söylemeden geçmeyeyim shake!shake! baya dikkatimi çekti. hoş şarkı. tam amanın ne hızlı gidiyoruz böyle derken Move To Newlyn ile yavaşlıyoruz ve bir nefes alıyoruz. ardından albüme adını veren şarkı geliyor. bu da gayet hareketli bir şarkı. ama albümdeki en iyilerden biri bana kalırsa. Turnaround şarkısında billy daha önce benim hiç kendisinden duymadığım bir şey yapmış ve affedersiniz ama öğürmüş resmen. nasıl bir çığlık atımaktır şaştım kaldım. albüm böyle deli gibi giderken birden farklılaşıyoruz biraz Strawberry Blonde şarkısıyla. bu şarkı gerek müziği gerek sözleriyle benim beğenimi kazanmış durumda.albümdeki favori şarkım diyebilirim. Lostboy var ki bir de albümdeki en sakin şarkı. hafif country-folk havası var.Albümde iki tane bonus track ile birlikte toplam 14 şarkı var.

bütün hepsi iyi hoşta söylemeden geçemeyeceğim ikinci albüm biraz hayal kırıklığı yarattı bende. daha iyisini bekliyordum. biraz eski the Subways havasından çıkılmış. daha çok punk rock türü bir albüm olmuş. şimdi linkleride vereyim indirin, dinleyin, sevin.

Young For Eternity

All Or Nothing

Great Glass Elevator

http://b0.ac-images.myspacecdn.com/00120/00/44/120824400_l.jpg
Great Glass Elevator(GGE) diyince hemen aklınıza şu çikolata fabrikasının devamı niteliğinde olan kitap(charlie and the great glass elevator)gelmesin efenim oradaki great glass elevator değil bu. Böyle hoş bir indie grubu var. GGE 2004 yılında California-Orange Country'de kuruldu. Henüz daha elde avuçta bir stüdyo albümleri yok. Fakat pek hoş Ep'leri var. Albümünde yakında gelmesi bekleniyor. Bu yaz sonu büyük ihtimal tekrar tekrar dinleyeceğimiz şukela bir albüm elimizde olacak. Albümden önce bir fikir sahibi olmak isteyenler "Our Hands Turn Into Machines" Ep'lerini grubun kendi sitesinden ücretsiz olarak indirebilirler. Bu Ep'deki 'Drunk on another planet' şarkısı kesinlikle herkesin bir defa dinlemesi gereken bir şarkıdır. Şiddetle tavsiye edilir. Şarkının çok hoş bir klibi de var. Bir ara Punkart adlı programda sıkça veriyordu. İsteYen grubun sitesinden bir tıkla bunu da izleyebilir. Ayrıca dileyen grubun Myspace'ine de göz atabilir. Buyurun ikisinin de linklerini vereyim. İyi eğlenceler.

GGE
MySpace

Yeasayer-All Hour Cymbals


Yeasayer bizlere brooklyn'den seslenen 4 adet uçuk kaçık, deli dolu genç.Nasıl okunuyor ki şimdi bu grubun ismi diye düşünmüştüm ilk dinlediğimde. o noktada imdadıma last.fm yetişti. "yay-sayer" şeklinde telaffuz ediliyormuş. yaptıkları müziğe şu tarz bu tarz demek biraz zor. belirli bi kalıba sokamıyoruz onları. saykodelik, folk tarzı değişik bir şeyler desek yalan olmaz ama. hatta freak folk diye bir türe sokmuşlar bu muhteşem dörtlüyü. ama bunları bırakırsak diyebileceğim bir şey var ki tamamen eğlenceliler uleyn. Yeasayer'ın tek albümü olan All Hour Cymbals 2007 ekiminde çıkmış. kıpır kıpır değişik bir albüm. yerinde duramıyor insan dinlerken. milyonlarca parçaya ayrılmış gökyüzüne bakıp şaşırtan, uçan balıklara özenip kanat çaldırtan, müziğin koltuktan kalkmanız için dürtmesine dayanamayıp elbisenizin etiklerinden tutup döne döne dans etmeyi sağlatan, sesiniz ne kadar kötü olursa olsun içinizdeki umursama duygusunu söküp alan ve güzelim şarkılara garip garip ses efektleriyle eşlik ettiren sihirli bir albüm.eğlenceli bir şekilde çabucak geçiyor albüm ne ara bittiğini anlamadan. tekrar tekrar başa alıp bi milyon(tamam o kadar olmasa da sayamadığım kadar çok kez) kez dinledim albümü. hala da dinliyorum. yemyeşil ovalarda koşup, zıp zıp zıplayarak, dans ederek, salına salına yürüyerek, hayal dünyamın derinliklerinde kaybolup dinlemek istediğim pek güzel şarkılar var albümde.
1 Sunrise
2 Waiting for the Summer
3 2080
4 Germs
5 Ah, Weir
6 No Need to Worry
7 Forgiveness
8 Wintertime
9 Worms
10 Many Waves
11 Red Cave
2080 şarkılarına ait ilginç videoyu buradan izleyebilirsiniz. vokalistin işaret parmağını delice sallayarak söylemesi ayrı bir süperliktir. yakında patlamalarını umduğum bi grup. hatta bu şekilde devam ederlerse kesin buuum diye patlayıp saracaklar dört bir yanı. şimdi heyecanla beklediğiniz o ana geldim. işte linkmink! farklı ve eğlenceli birşeyler arıyorsanız dinleyin sevin. dinledikçe sevin, sevdikçe dinleyin.
(ayrıca bu süpersonik grupla tanışmamı sağladığı için çok sevgili arkadaşıma tişkür ederim)

link!

Band Of Horses-Cease To Begin


Band of Horses seattle'lı indie alternative çizgisinde hareket eden bir grup. vokalin sesi pek güzel. albümlerdeki şarkılara çok iyi gitmiş. biri 2006 diğeri 2007 çıkışlı olmak üzere iki tane albümleri var. ilki "everything all the time". albümde toplam 10 şarkı var. oldukça zevkli şarkılar hepsi. 'The Funeral' albümdeki en dikkat çekici şarkılardan. zaten grubun çıkış parçasıymış. ikinci ve benim favorim olan albümleri "Cease to begin"e geldiğimizde ise 'Is there a ghost' adlı pek güzel bir şarkıyla açıyoruz albümü. ardından gelen 'Ode to LRC' ile daha bir havaya giriyoruz. üçüncü parça 'No one's gonna love you' tek kelimeyle mükemmel. tekrar tekrar dinleyesi geliyor insanın. ayrıca sevemez kimse senii benim sevdiğim kadaar şeklinde sözleriyle türk sanat musikisinden bir şarkıyı getiriyor insanın aklına. 'Detlef Schrempf' albümdeki 3 slow şarkıdan biri. diğer ikisi 'marry song' ve ' window blues'. window blues albümün son şarkısı ve gayet hoş bir şekilde bitirmemizi sağlıyor dinlerken.bu albümde de 10 şarkı var listesi şu şekilde.
1.Is There a Ghost
2.Ode to LRC
3.No One's Gonna Love You
4.Detlef Schrempf
5.The General Specific
6.Lamb on the Lam (in the City)
7.Islands on the Coas
8.Marry Song
9.Cigarettes, Wedding Bands
10.Window Blues
Kısacası eğer indie tarzı müzik seviyorsanız Band of Horses beğenebileceğiniz hoş bir grup. "Cease to begin" albümünü aşağıdaki linkten edinebilirsiniz. iyi eğlenceler.

link!

Bat For Lashes-Fur And Gold


şimdi ağızlara layık bir albüm sunacağım önünüze. "Bat for Lashes"ın eseri olan "Fur and Gold". Bat for lashes'ı tanıyanınız duyanınız vardır elbet. Bu albümlerinden çıkan 'what's a girl to do' şarkısıyla kendilerini tanımıştım ben. Zaten bu şarkıyı bir kere dinleyip de unutanı yoktur heralde. büyüleyici, gizemli bir havası var. melodi, vokaldeki natasha khan'ın sesi, aksanı, şarkıyı söylerken kattığı hava fevkaledenin fevkinde. bu güzelliği ifade edebilecek kelime bulamadım şimdi. klibi de bir o kadar harika bu şarkının. karanlık bir ormanda çekilmiş. bisiklete binen tavşanlar ve natasha khan kızımız. ben burda ne kadar dil döksem de gene şarkının büyüsünü anlatmaya yetmeyecek. en iyisi kendiniz bir dinleyin bu şarkıyı bir kerecik. sonra zaten hiç kapatmak istemeyecek sürekli dinleyeceksiniz sizi temin ederim. gelgelelim(birleşik mi yazlıyodu bu ne?) şimdi albüme. Albümde 11 şarkı bulunmakta. listeli şu şekilde.

1. horse and I
2. trophy
3. tahiti
4. what's a girl to do
5. sad eyes
6. the wizard
7. prescilla
8. the bat's mouth
9. seal jubilee
10. sarah
11. i saw a light

albüm bütünüyle çok çok hoş. şunu diğerinden daha çok seviyorum şeklinde sıralayamayacağım şarkıları. bir tek what's a girl to do' yu ayırıyorum o şekilde. gerisini gerçekten bir sıraya sokmak zor. bir masal havasında gidiyor şarkıların hepsi. dinledikçe dinleyesi geliyor insanın. horse and I ile güzel bir şekilde başlayıp, trophy'e geldiğinizde kendinizi nakaratı tekrar eder bir şekilde bulacaksınız. oradan sıra what's a girl to do' ya gelince tek bir dinleme yetmeyecek sürekli başa sarıp haa haaa şeklindeki seslenişlere içten bir şekilde katılmak isteyeceksiniz, henüz bunun büyüsünden kurtulamamışken sad eyes ve the wizard'da sizi bir güzel kendinizden geçirecek. priscilla'da alkışların ritmine kapılacak nakarata she really likes him priscillaaaa, she really likes him priscillaaaa diye eşlik edeceksiniz. fakat hanım kızımız kadar başarılı olamayacaksınız. Ama severek tekrar tekrar dinlemek isteyeceksiniz. oradan sarah'ın hikayesine kaptıracaksınız kendizini ve I saw a light ile harika bir kapanış yapacaksınız. yetmeyecek, tadı damağınızda kalacak tekrar tekrar dinlemek isteyeceksiniz. yakın bi zamanda umarım yeni bir albüm daha çıkarırlar diye düşüneceksiz sonra.
Evet beni bu şekilde sardı bu muhteşem albüm. eminim dinlerseniz eğer az çok sizin üstünüzde de aynı etkiyi bırakacaktır. Bütün albümü dinlemeye üşenirseniz hiç olmadı what's a girl to do' yu dinleyin en azından. Sonra içinizde bütün albümü dinleme isteği doğacaktır. doğmazsada canınız sağolsun. benden bu kadar. haydi iyi eğlenceler size.

linkmink!

The Sunshine Underground-Raise The Alarm


İtiraf etmeliyim ki bi kaç gün önce ne dinlesemde bloga yazsam sıkıntısı içerisinde arşivimi karıştırırken gözüme the sunshine underground ilişti. Uzun zamandır dinlemediğim "put you in your place" şarkısına tıklayıverdim ve o müthiş tempo ve küçük çığlıklardan oluşan insanın içinde bağıra bağıra şarkıyı söyleme isteği uyandıran müziğe kendimi kaptırmıştım bile.
Ne yazık ki tek albümleri olan "Raise The Alarm" albümünü en baştan dinlemeye başladım. Tekrar tekrar dinledim, dinledim ve şunu söylemeliyim ki kesinlikle sıkmayan bir albüm kendisi. Başladığı andan itibaren tam gaz ilerleyen, yerinde durmayan, şarkılar geçtikçe sizinde kendinizi bu müthiş hareketli tempoya daha da kaptırıp elinizle ayağınızla ritim tutmakla kalmayıp kalkıp dans etmeyi isteyebileceğiniz gayet hoş ve eğlenceli bir albüm. Albüme giriş şarkısı olan "wake up" gayet başarılı bulduğum albümdeki favori şarkılarımdan biri. Ardından gelen ve benim grupla tanışmama vesile olmuş şahane şarkı "put you in your place" ise en sevdiğim şarkı diyebileceğim şarkıdır bu albümde. solistin satır sonlarındaki kelimeleri uzatarak söylemesi ve sesini kalınlaştırıp inceltmesi, deli gibi ilerleyen müzik ve tekrarlanan dizeler hepsi çok güzel bir uyum içinde. birbiri ardına bomba gibi gelen "dead scene" , "the way it is" ve "commercial breakdown" la iyiden iyiye albüme kaptıyor insan kendini. "somebody's always getting in the way" e geldiğimizde biraz sakinliğin iyi olacağını düşünmüş olabilirler ki tempo biraz düşüyor bu şarkıda. ama hemen ardından gene hızlanmaya başlıyor durmadan. son şarkıya dek sıkılmadan dinlediğim albümde, albüme adını veren "raise the alarm(plus hidden track)" ile gayet hoş, yakışır bir kapanış yapıyorlar. artık şarkının patlama noktasına geldiği yerde daha da hız kazanarak müthiş bir bitiş yapıyor şarkı. sonra tam artık derin bir nefes alıp albümün bittiğini düşündüğünüz yerden tekrar yeni bir şarkı başlıyor. tam bu durguluğun ardından başlayan hidden track bölümüyle tekrar katılıyorsunuz albüme.
albümdeki şarkılar şöyle;
1. Wake Up
2. Put You In Your Place
3. Dead Scene
4. The Way It Is
5. Commercial Breakdown
6. Somebody's Always Getting In The Way
7. Borders
8. Panic Attack
9. I Ain't Losing Any Sleep
10. My Army
11. Raise The Alarm
Benim dinlerken çok eğlendiğim hoş bir grup The Sunshine Underground.gerçekten bir kalıba sokmak zor onları.dinlemeden karar veremeyeceğiniz bir şey. son olarak resmi sitelerinden yaptığım şu alıntıyla bitireyim yazımı.
"Slippery buggers, The Sunshine Underground. Trust me. Try and put them in a box and they just won’t fit, no matter how hard you push. Try and label them and it just won’t stick. They're not a band you can pigeon-hole, more one you just have to accept. To quote a fellow sonic traveller: don't fight it, feel it."
link!!

Search

 
◄Design by Pocket► Distributed by Blogspot Templates